Bunlar ekonomideki keyfi kararlar.
Yayınlayan
27 Aralık Tarsus’un, 3 Ocak Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 99’uncu yıl dönümü, tüm Mersinlileri yürekten kutluyorum. Ata’mızın “Mersinliler Mersin’e sahip çıkınız.” vasiyetine sadık kalarak çalışmaya devam edeceğiz. Bu vesileyle, Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, Kuvayımilliye’den Molla Kerim’i, Gözneli Gök Mehmet’i, Adile Çavuş’u, Kumcu Veli’yi ve Gülekli Hatice’yi rahmetle anıyor ve tüm Millî Mücadele kahramanlarımızı da saygıyla selamlıyorum. Dünya Bankasına göre ekonomideki keyfî kararların cenneti hâline geldik. Son 12 yılda, yalnızca ekonomi alanında 4 bin kararname ve karar çıkarılmış. Hepsi kurumsal bir denetime tabi olmayan Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar Kurulu kararları. Büyük çoğunluğu dün “ak” dediğine bugün “kara” diyen kararlar. Mesela Para Politikaları Kurulunun son 2 toplantısında yaklaşık 700 baz puan politika faizini artıran üyeler, iki ay önce bugün verdikleri kararların tam tersine gönül rahatlığıyla imza atıyorlardı. Enflasyonla mücadele; tamam ama sadece faizleri artırarak enflasyonu düşürmek palyatif ve uzun dönemde maliyetli. En kalıcı yol, verimlilik artışıyla maliyetleri düşürmek. Tek başına faizlerle yönetmek, yalnızca Merkez Bankası rezervlerindeki erimeyi ve para kaçışını dönemsel olarak yavaşlatır. “Ekonomi reformu yapacağız.” deyip yamalı bohçadan yalnızca faiz artışı çıkarmak reform falan değil. Borçlar, finansman maliyetlerini artıracak kısa vadeli savuşturma taktikleridir. Finansman maliyetlerinin artması, aşırı borçlu özel sektör üzerindeki baskıyı katlanamaz hâle getirecektir. Kamu bankaları aracılığıyla açılan kredi musluklarıyla ekonomideki sert daralma bir süreliğine yumuşasa da yalnızca yurt içi krediler aralık itibarıyla 3,7 trilyon oldu. Takibe düşmesi muhtemel kredilerin taksitlerini öteleyerek, yapılandırarak, asgari gecikme süresini yüz seksen güne çıkararak batık kredileri önleyemez, sadece gizlersiniz. Yine taşıma suyla değirmen döndürüyor, şirketlere “Başınızın çaresine bakın.” diyorsunuz. Maliyetleri artan, gelirleri azalan, kaynak bulamayan şirketlerden yatırım yapıp istihdam yaratmasını bekleyemezsiniz. İşte, tam bu noktada Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in yaptığı asgari ücrette 3 bin lira teklifi atılacak ilk adımdır; tabii, işverene maliyetinin 2020 toplam maliyetinde kalması koşuluyla. Bu şekilde hem yoksulluk kapanındaki ücretli bir nefes ama sadece bir nefes alacak, işveren de artmayan maliyetleriyle rahatlayacaktır. Arada devletin üstlendiği fark doğrudan ekonomiye girerek devletin gelirlerini artıracaktır. DTH’ler artmayacak, yurt dışından jetler alınmayacak; ekmek, peynir, zeytin ve belki birazcık et ve EBA için internet alınacak. Asgari ücretli tüm bu kaynağı ekonomiye geri verecektir. İnanın, kendine bilmem kaçıncı jetini alan seçkinlerinizden çok daha fazla ekonomik katkı yaratacaksınız. Bu kaynak tüketimi artıracak, ölçek ekonomisiyle üretim maliyetlerini düşürecek, bir kere de ücretliyi, esnafı ve işvereni beraber güldüreceksiniz. Müteahhitlerinize “Bir süre üzülün, göreceksiniz, ülkemizdeki her şey düzelecek, olumlu anlamda değişecek.” diyeceksiniz.
Ekonomi reformu, doğrudan yatırımları ülkemize çekecek yatırım iklimini yaratmak, yerli sermayeyi güçlendirmek, istihdamı artırabilmektir. Ekonomi reformu, sürdürülebilir kalkınmayı Türk ekonomisinin Kızılelma’sı yapmaktır. Bunları gerçekleştirmek için sanal reformlara değil, köklü, kapsamlı ve istikrarlı değişikliklere ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmeye, geniş kabulle ve uzlaşmayla kabul edilecek kanunlara, demokratik ilkelere uymaya, güveni yeniden tesis etmeye ihtiyaç var. Ezcümle iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme ihtiyaç var.